Ege Denizi açıklarında yer alan Samos Adası’nda, 30 Ekim 2020 tarihinde meydana gelen deprem, hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır. Saatler 14.51’i gösterdiğinde, çoğumuz evimizde, işyerimizde veya alışverişteydik. Ortak bir duyguyla, güvende olmadığımızı hissettik. 6,6 şiddetindeki bu deprem, İzmir’e uzak olmasına rağmen, çok ağır yıkımlara neden oldu. Özellikle Bayraklı’da onlarca bina yıkılırken, yüzlerce binada ise farklı düzeylerde hasar oluşmuştu. Ne yazık ki bu felakette 117 vatandaşımızı kaybetmiştik. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine sabır diliyoruz.
Depremin ardından geçen yaklaşık 5 yıllık sürede, İzmir’de aldığımız dersler ne yazık ki içler acısı bir noktaya işaret ediyor. Üzerine düşen gerekli adımları atmayan yerel yönetimlerin ve devletin eksiklikleri, büyük bir kaybı beraberinde getiriyor. Bayraklı, Bornova ve Karşıyaka gibi depremden ağır hasar alan ilçelerde dönüşüm yapılamamış durumda. Bu durumda, mülk sahiplerinin hiç bir kabahati yokken, sadece yönetimi devralan kişilerin sorumluluğunu gözetmek gerektiği ortaya çıkıyor.
Ancak vicdan hali de burada devreye giriyor. Deprem sonrası birçok evde hasar oluşurken, bu hasarlı yapılar ne oldu? İşte burada para hırsı, deprem riskini arka plana attı. 30 Ekim depreminde riskli olan binalardan çıkmak zorunda kalan vatandaşlar, bu riski göz önünde bulundurarak güvenli konutlara geçmeyi tercih ettiler. Fakat bu süreçte, evlerini kiralamayan bazı vatandaşların vicdanlarıyla çelişki yaşadıkları bir gerçek.
Güvenli konutlara geçen kişiler, riskli evlerini kiraya vermeye başladılar. Özellikle şehir dışından gelen memurlar ve öğrenciler için bu düşük fiyatlı kiralık daireler cazip hale geldi. Ancak İzmir’in merkezinde bulunan bu yapıların aslında birer “tabut” olduğunu kimse bilmiyor. Mülk sahiplerinin para hırsı, bu riskli yapıları kiralamaya yönlendirdi. Kiracıları bekleyen bir diğer sorun ise, bu yapıların elektrik, su ve doğalgaz bağlantılarının olmamasıydı.
Kiraya verilen bu riskli evlerde yaşayanlar, gerekli bağlantıları gerçekleştirmek için başvuruda bulunduklarında, firmalar bu talepleri ret etti. Yani hiçbir şey olmamış gibi, firmalar bağlantı yapmayı reddetmediler. Şimdi, sormak istiyoruz; Türkiye’de çok konuşulan İstanbul depreminden daha önce ve yıkıcı olması beklenen İzmir depremi gerçekleştiğinde, bu riskli yapılarda yaşayanların sorumluluğu kimdedir? Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve İzmir Müdürlüğü nerededir?
Deprem olduğunda, bizler iki ağıt yakıp, ölenleri toprağa gömmekle mi yetineceğiz? Bu düşünceyle ne kadar daha kayıp vermeye devam edeceğiz? Para hırsı insanların hayatından daha değerli değildir. Bankalardaki paraların ötesinde vicdanlarımızı ön planda tutmaya başlamalıyız.
Son olarak, üzerine düşen görevleri yerine getirmeyen Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yerel yönetimler acilen harekete geçmek zorundadır. Aksi halde, tüm sorumluluğu yetkileri olmasına rağmen kullanmayan kişi ve kurumlar da üstlenmiş olacaktır. Bu nedenle, toplumsal duyarlılığı artıracak ve gerekli adımları atacak politikaların acilen hayata geçirilmesi gerekmektedir.